İhalelerde Tellallık Harcı ve Düzeltmesi -Veysi Seviğ-Bumin Doğrusöz

Referans Gazetesi-13.01.2010

Veysi SEVİĞ-Bumin DOĞRUSÖZ

İHALELERDE TELLALLIK HARCI VE DÜZELTMESİ

SORU: Belediye başkanlığının kendi ihtiyacı olan tüketim mallarını kapalı zarf eksiltme usulüne göre ihale yoluyla alması durumunda, ihaleyi üstlenenden tellallık harcı alınması gerekir mi? Eğer ihaleyi kazanandan tellallık harcı alınırsa, alınan harç düzeltme yoluyla geri alınabilir mi?

YANIT: Belediye Gelirleri Yasası’nın ikinci kısmı “Belediye Harçları” başlığını taşımakta olup, bu kısmın beşinci bölümünde “Tellallık Harcı” ile ilgili hükümler yer almaktadır. (Madde: 6771)

Yasal düzenleme gereği olarak “Belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediyelere ait hal, balıkhane, mezat yerleri ve ilgilinin isteğine bağlı olarak belediye münadisi(yetkilisi) veya tellalı bulundurulan sair yerlerde, gerçek veya tüzelkişiler tarafından her ne suretle olursa olsun her çeşit menkul ve gayrimenkul mal ve mahsullerin satışı tellallık harcına tabidir.”

Tellallık harcını, mal ve mahsullerini satan gerçek veya tüzelkişiler yapacakları satışları, satış yapmadan önce belediyeye veya mahallindeki belediye ilgililerine haber vermekle yükümlüdürler. Haber verilmediği takdirde harç yüzde elli fazlasıyla tahsil olunmaktadır.

Tellallık harcının matrahı, harcın konusuna giren satışların gayri safi tutarıdır. Bu tutardan hangi ad ile olursa olsun hiçbir indirim yapılamamaktadır.

Tellallık harcı oransal olarak hesaplanmakta olup, bu oran yüzde 2’dir. Ancak 100 TL’yi aşan satışlarda aşan kısım için yüzde 1 uygulanmaktadır. Söz konusu harç belediyeler tarafından görevlendirilen yetkililer tarafından makbuz mukabili tahsil olunmaktadır.

Diğer yandan bilindiği üzere genel bütçeye, il özel idarelerine, belediyelere ve köylere ait vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülüklerin, tarh, tahakkuk, tahsil işlemlerinden ve bunlarla ilgili zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıkların çözümünde genel ilke olarak İdari Yargılama Usulü Yasası hükümleri çerçevesinde vergi mahkemeleri nezdinde dava açılabilmektedir.

Ancak, vergilendirme işleminden doğan anlaşmazlık, bir hukuki ihtilaftan değil de bir maddi hatadan ibaret ise yasa koyucu pahalı ve uzun olan dava yolundan ayrı olarak Vergi Usul Yasası’nın 116-126 maddelerinde düzenlenen ve vergi literatüründe “Düzeltme ve Şikâyet Müessesesi” diye bilinen haktan da yararlanılabilinmektedir.

Belediye Gelirleri Yasası’nın 67’nci maddesine konu olan tellallık harcının hangi hallerde alınacağı konusu açıkça belirlenmiş bulunmaktadır.

Tellallık harcı ile ilgili yasal düzenlemenin tümü dikkate alındığında kapalı zarf eksiltme usulü uygulanarak ihale yolu ile yapılan satışlarda tellallık harcının alımını gerektirecek bir durumun bulunmadığı, satışın yapılışı sırasında tellal veya münadinin bulunmasına yasal olarak gerek görülmeyen hallerde yapılan ihale nedeniyle gereksiz yere alınan tellallık harcının düzeltme yolu ile hak sahibine verilmesi gerekmektedir. Kaldı ki böyle bir durumun gerçekleşmemesi halinde hak sahibinin gereksiz olarak ödemiş bulunduğu tellallık harcını yargı yoluna başvurarak talep etme hakkı vardır. (Ayrıntılı bilgi için Danıştay 9’uncu Dairesi E. No: 2007/1454, K. No: 2008/5158 sayılı karara bakılması) (V. Seviğ)

ÜST HAKKI İÇİN ÖDENEN PARALARDAN STOPAJ YAPILMALI MI?

SORU: Üst hakkının tesisi ile ilgili ödemeler Gelir Vergisi Yasası’nın 94/5-(b) maddesine göre vergi tevkifatına tabi midir? Bu konuda vergi dairesi lehimize yapılan otuz yıllık üst hakkı tesisi ile ilgili ödemelerin Gelir Vergisi kesintisine tabi tutulması gerektiğine ait tutanak düzenledi. Bu yapılan işlem doğru mudur?

YANIT: Türk Medeni Kanunu’nun 704’üncü maddesinin (2) numaralı bendi gereği olarak tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilmiş bulunan bağımsız ve sürekli haklar taşınmaz mülkiyetinin konusunu oluşturmaktadır. Aynı yasanın 826’ncı maddesinde de ifade edildiği üzere “üst hakkı, bağımsız ve sürekli nitelikte ise üst hakkı sahibinin istemi üzerine tapu kütüğüne” taşınmaz olarak kaydedilebilir. En az otuz yıl için kurulan üst hakkı, sürekli niteliktedir.

Yasal düzenleme gereği tapu kütüğüne ayrı bir sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli nitelikte olan üst hakkı bir satış niteliği taşımamaktadır. Çünkü Medeni Kanunu’nun 704’üncü maddesi kapsamında taşınmaz olarak değerlendirilecektir. Bir başka açıdan üst hakkı tesisi Medeni Kanunu’nun 826’ncı maddesinde açıklandığı üzere, bir taşınmazın altında veya üstünde yapı yapmak veya mevcut bir yapıyı muhafaza etmek yetkisinin üçüncü şahıslara verilmesi anlamındadır. Üst hakkı tesisinde arazi malikinin mülkiyet hakkı devam etmektedir. Arazi malikinin mükellefiyeti resmi senetteki hükümlere uygun olarak, üst hakkı sahibinin inşaat yapmasına ve yaptığı inşaatı muhafaza etmesine, bir anlamda katlanmaktadır. Diğer bir anlatımla arazi sahibi, arazinin altında veya üstünde bir yapı yapma veya mevcut yapıyı muhafaza etme yetkisini üçüncü kişiye belirli süre ve koşullarla devretmekte, söz konusu taşınmazın üçüncü şahıslar tarafından kullanılmasına müsaade etmektedir.

Öte yandan kiralama; kiralayana ödeyeceği belli bir bedel karşılığında, belli bir sürede, belirli bir şeyin veya hakkın kullanılması yetkisini sağlayan ve taraflarca birbirine karşı ileri sürülebilecek nitelikte olan Borçlar Kanunu’na da Gayrimenkul Kiralaması Hakkındaki Kanun hükümlerine göre tesis edilen şahsi bir haktır. Bu nedenle üst hakkı tesisi ile kiralama işleminin kuruluşundan sonra ermesine kadar tesisi, taraflara konusu üzerinde tanıdığı haklar ve yüklediği borçlar, sona erme biçimi ve koşulları, üçüncü kişilerle olan ilişki yönünden doğurduğu sonuçları, akde uygulanacak hükümleri niteliği ile birbirinden tamamen farklı olması nedeniyle üst hakkı tesisinin bir kiralama olarak da değerlendirilmesi hukuken mümkün değildir.

Türk Medeni Kanunu’nun sistematiği içerisinde üst hakkı; sınırlı aynı haklar kısmında, irtifak hakları ve taşınmaz yükü bölümünün intifa hakkı ve diğer irtifak hakları ayırımı altında, mülkiyet hakkı ise başka bir kısım altında düzenlenmiştir. Kira ve satış akdi ise esas olarak Borçlar Kanunu’nda yer almaktadır. Gerek bu sistematik içerisinde gerek Türk hukukunda yer alan düzenleyici işlemlerde; kira, satış ve aynı hak tesisi işlemleri ayrı ayrı tanımlanmış ve belirlenmiştir.

Dolayısıyla anayasada yer alan verginin yasallığı ilkesi de dikkate alındığında Gelir Vergisi Yasası’nın vergi tevkifatını düzenleyen 94’üncü maddesinde açıkça sayılmayan üst hakkının ilk tesis bedeli ile yapılan ödemelerden vergi tevkifatı yapılması mümkün değildir. (V. Seviğ)

DAMGA VERGİSİ ARTIŞININ BÜTÇEYE ETKİSİ

SORU: Damga Vergisi uygulaması ülkemizde giderek artık kontrol dışı kalmasına rağmen 2010 yılında uygulanacak oranlar ilk defa bazı konularda artırıldı. Uygulamada zaten uygulanamaz hale gelen Damga Vergisi’nde bu artışlarla, bütçe gelirlerinde gerçekten bir artış bekleniyor mu?

YANIT: Damga Vergisi Yasası’nın mükerrer 30’uncu maddesi uyarınca “Her takvim yılı başından geçerli olmak üzere” önceki yılda uygulanan maktu vergiler maktu ve nispi vergilerin asgari ve azami miktarları da dahil olmak üzere o yıl için tespit ve ilan olunan değerleme oranında artırılmaktadır.

Diğer yandan aynı yasanın 14’üncü maddesi gereği olarak “Kâğıtların Damga Vergisi bu konuda ekli (1) sayılı tabloda yazılı nispet ve miktarlarda alınır. Şu kadar ki her bir kâğıt için hesaplanacak vergi tutarı (1) sayılı tabloda yer alan sınırlar saklı olmak üzere 800 bin TL’yi aşamaz. Bir önceki yılda uygulanan bu azami tutar, her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, o yıl için tespit ve ilan olunan yeniden değerleme oranında artırılır.

Damga Vergisi Yasası’nın mükerrer 30’uncu maddesi uyarınca da bakanlar kurulu Damga Vergisi oranını ve maktu tutarları değiştirmeye yetkili bulunmaktadır.

Bakanlar kurulunun 2009/15725 sayılı kararı ile 01.01.2010 tarihinden itibaren yürürlüğe girmek üzere Damga Vergisi Kanunu’na ekli (1) sayılı tabloda yer alan kâğıtlar için 2009 yılında uygulanan nispi vergi oranları ve yeniden değerleme oranı dahil olmak üzere maktu vergi tutarları yüzde on oranında daha açıkçası yeniden değerleme oranından farklı olarak artırılmış bulunmaktadır.

Ücretler üzerinden kesilen Damga Vergisi oranları da dahil olmak üzere tüm Damga Vergisi oranları 01.01.2010 tarihinden geçerli olmak üzere artırılmıştır. (V. Seviğ)

YARGI KARARLARINDA

ÖRTÜLÜ KAZANÇ DAĞITIMI (SERMAYE AVANSI)

1. Danıştay 4. Dairesi’nin E.2008/9064, K.2009/3348 sayı ve 17.6.2009 tarihli kararı

“Davacı hakkında hazırlanmış inceleme raporunda yer alan eleştirilerin temelinde, davacı tarafından 1.11.2002 tarihinde yapılan sermaye artırımında ödediği toplam hisse senedi bedelinin emisyon prim bedeline isabet eden ve kanuni yedek akçe olarak ayrılan kısmının daha sonra gerçekleştirilen sermaye artırımında sermayeye eklenerek bu tutara isabet eden hisse senetlerinin nominal bedel üzerinden tüm paydaşlara hisseleri oranında bedelsiz olarak verilmesi yatmaktadır. (….) davacı tarafından ödenen emisyon prim bedelinin kanuni yedek akçe olarak ayrılması yasal bir zorunluluktur. Yedek akçelerden yapılan sermaye artırımında ise şirkete nakdi veya ayni bir katılım söz konusu olmadığından şirketin malvarlığında bir büyüme meydana gelmemektedir. Özkaynaklardan yapılan sermaye artırımında yeni çıkarılan payların karşılığını yedek akçeler oluşturmaktadır. Bu şekilde yapılan sermaye artırımında pay sahipleri, oluşan yeni payları oransallık ilkesine göre edinme hakkına sahiptir. Dolayısıyla inceleme raporunda yer alan, kanuni yedek akçe olarak ayrılması zorunlu olan emisyon primi bedeli karşılığında çıkarılan hisse senetlerinin tüm ortaklara hisseleri oranında bedelsiz olarak verilmesine yönelik eleştirilerde ve buna istinaden matrah farkı bulunmasında isabet görülmemiştir. Sonuç olarak emisyon primi olarak rayiç değerinin altında bir bedelle hisse senedi alan davacının vermiş olduğu sermaye avansları için iki ve üç aylık dönemlerde faiz hesaplanmadığı ve ödenen emisyon primi bedellerinin bir kısmının diğer ortaklara hisse senedi alımında karşılıksız olarak kullandırıldığı ileri sürülerek yapılan tarhiyatta ve bu tarhiyatın kaldırılması istemiyle açılan davayı reddeden vergi mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.”

2. Danıştay 4. Dairesi’nin E.1998/2191, K.1998/3909 sayı ve 4.11.1998 tarihli kararı

“Davacı anonim şirketin sermayesinin %100’ünün (…) ailesine ait olduğu, sermaye artırım avansı olarak paraların verilmesi ve alınması işlemlerinin davacı şirket ve (…) AŞ yönetim kurullarında karara bağlandığı, bağlı şirketlerin sermaye ihtiyaçlarının karşılanması için 4 ortak tarafından davacı şirkete verilen paraların ortaklar cari hesabında izlendiği, davacı holdingin grup içi şirketlerden fon ve nakit akışının takibi için tüm nakit işlemlerinin kasa hesabından geçirilerek (…) AŞ’nin yıl içinde yapacağı sermaye artırımında kullanılmak üzere avans verdiği, bu avansların 31.12.1995 tarihinden önce sermaye artırımı ile kapatıldığı, dolayısıyla yapılan bu işlemlerin borç para verme değil sermaye artırım avansı verme işlemi olduğu anlaşılmaktadır. İnceleme elemanı, şirketin hesaplarının işleyişinden her hakedişte holdingin (…) AŞ’ye sermaye artırımı için taahhüdüne düşen kısmı yeniden ödemiş ve aynı gün içinde daha önce yıl içinde verdiği avansları geri almış gibi yapılan kayıtlar nedeniyle verilen paranın borç verme işlemi olduğunu gösterdiğini ileri sürmekte ise de kayıtların bu şekilde yapılmasının verilen paranın yönetim kurulu kararlarında belirtilen ve muhasebe kayıtlarında açıkça gösterilen ‘bağlı ortaklıklardan alacaklar’ hesabının verilen sermaye avansı olması gerçeğini değiştirmemektedir. Bu durumda, olayın örtülü kazanç dağıtımı olarak nitelendirilerek yapılan tarhiyata yönelik davada, mahkemece hiçbir gerekçe gösterilmeden ilgili yılda davacı şirketin (…) lira kâr beyan etmesine karşın (…) AŞ’nin yatırım indiriminden dolayı (0) matrah beyan ettiği, borç alma işleminden dolayı yasal faiz ödemesi durumunda da yine (0) matrah beyanı söz konusu olmasına rağmen davacı şirketin kârının bu faiz ödemeleri kadar artmış olacağından örtülü kazanç dağıttığını kabulünün zorunlu olduğu gerekçesiyle tarhiyatın onanmasında isabet görülmemiştir.”

ÖZELGELERDE

KAMU ALACAKLARININ TAHSİLİ

1. Konya Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 29.1.2009 tarih ve 225 sayılı özelgesi

“İYUK’nın 28. maddesinde, haciz ve ihtiyati haciz uygulamalarıyla ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edileceği hükme bağlanmıştır. İhtiyati hacze karşı dava açılmadığı halde, bu haczin dayanağı olan tarhiyata karşı dava açılması durumunda ve ilk derece mahkemesince tarhiyatın kısmen veya tamamen terkinine yönelik karar verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, bu tarhiyata dayalı ihtiyati haczin kaldırılması gerekir. Bu açıklamalar uyarınca, hakkında alınan ihtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk kararlarına istinaden menkul ve gayrimenkullerine haciz tatbik edilen ve banka hesaplarına bloke konulan mükellefle ilgili olarak, söz konusu mükellefin hakkında tatbik edilen ihtiyati hacze karşı değil, ihtiyati haciz kararı uyarınca tarh edilen vergi ve cezaların iptali talebi ile dava açıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, söz konusu mükellefin vergi dairesince bloke edilen banka hesapları tahsil edilerek KDV borçlarına mahsup edilemez. Ancak, davanın kesinleşmesi halinde mahsup işlemi mümkün olacaktır. Bu sebeple blokelerin kaldırılarak hesapta bulunan paranın vergi dairesince tahsil edilmesi ve emanet hesabına alınması, davanın kesinleşmesini müteakip, vergi dairesi lehine karar verilmiş ise mahsup işleminin dilekçe tarihi itibariyle yapılması gerekir.”

2. Bursa Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 25.8.2009 tarih ve 68 sayılı özelgesi

“A seri 1 sıra no’lu Tahsilat Genel Tebliği’nin ‘VII. Kanuni Temsilerin Sorumluluğu’ başlıklı bölüm uyarınca, bir anonim şirketin kanuni temsilcilerinin belirlenmesinde, ticaret sicil kayıtları ve ilgili ilanın yapıldığı Ticaret Sicil Gazetesi açıklamaları esas alınır. Bu arada, kamu borçlusunun birden fazla kanuni temsilcisi bulunduğu takdirde, ilgili kanunlara göre kanuni temsilcilerin sorumluluk şekillerine bakılır ve müteselsil sorumlu olanlar hakkında tahsil edilemeyen veya edilemeyeceği anlaşılan kamu alacağının tamamı için her birine ayrı ayrı ödeme emri düzenlenmek suretiyle takibe geçilir. Bu itibarla anonim şirkette kanuni temsilcilik sıfatının son bulması için bu sıfatın son bulduğuna ilişkin yönetim kurulu kararının ticaret sicil kayıtlarında ve ilanın yapıldığı Ticaret Sicil Gazetesi’nde yer alması gerekmekte olup, pay devrine ilişkin kararın pay defterine işlenmesi yeterli olmayacağından ödevli hakkında daha öncesinde kanuni temsilcisi olduğu ancak paylarını devrettiğini ifade eden kişi hakkında kanuni temsilcisi olduğundan bahisle şirket borçları için icra-takip işlemleri yapılması uygun olup, yapılmakta olan işlemlerin kaldırılması mümkün değildir.”

3. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 4.5.2009 tarih ve 4863 sayılı özelgesi

“Kamu alacağının takip ve tahsiline ilişkin usul ve esaslar bu konuda özel kanun olan 6183 sayılı kanunda düzenlenmiştir. Bu sebeple söz konusu kanunun 75. ve 76. maddeleri uyarınca, kamu borçlusunun aciz halinin tespitinin ve takibinin alacaklı tahsil dairesince yapılması gerekir. Dolayısıyla borçlu mükellefin aciz halinde olduğuna dair tespitin, İcra İflas Kanunu hükümlerine göre icra daireleri tarafından yapılması söz konusu değildir. Bu itibarla söz konusu şirketin tüzelkişiliğinden tahsil imkânı bulunmayan kamu alacağından 6183 sayılı kanunun mükerrer 35. maddesi gereğince sorumlu tutulması gereken kanuni temsilcilerin aciz halinde oldukları yine 6183 sayılı kanunun 75. ve 76. maddesi uyarınca alacaklı vergi dairesince tespit edilmediği sürece haklarında yapılan cebri takip işlemlerine devam edilmesi gerekir.”

Print Preview

Site içeriği Mali Müşavir İsmail ŞENGÜN tarafından sağlanmaktadır. Hizmet sağlayıcı İzmir merkezlidir.

Detaylı bilgi için ortakmusavir.com adresini ziyaret ediniz.

© 2009 - 2018 vergiburosu.com
- Tüm hakları saklıdır.

modul
single - 21 - 0,073