Maliye’nin Habersiz Haczine Dava Açılabilir-Veysi Seviğ – Bumin Doğrusöz

Referans Gazetesi-23.12.2009

Veysi SEVİĞ-Bumin DOĞRUSÖZ

MALİYE’NİN HABERSİZ HACZİNE DAVA AÇILABİLİR

SORU: Ödeme talimatlı çalışan banka hesabından, ilgili hesaplara ödemelerin yapılmadığını kiracısı olduğum işyeri sahibinden öğrendim. İlgili banka ile yapmış bulunduğum görüşmede, vergi dairesi tarafından hesabıma haciz işlemi uygulandığını öğrendim. Bu nedenle bu hesabımdan gerekli ödemeler yapılmamış. Bu durumda benim vergi dairesine nereden ve niçin borçlu olduğumu bilmeden otomatik olarak hesabıma haciz konmuş oluyor. Bu yasal mıdır?

YANIT: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 40’ıncı maddesi uyarınca “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini” yaptığı işlemler sırasında belirtmek ve daha doğrusu bildirmek zorundadır.

Çünkü söz konusu anayasal buyruğun gerekçesinde de ifade edildiği üzere “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması” gerekmektedir.

Diğer yandan anayasanın 125’inci maddesinde de “İdari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı” hükmüne yer verilmiştir.

İdari Yargılama Usulü Yasası’nın “Dava Açma Süresi” başlıklı 7’nci maddesinde de dava açma süresinin özel yasalarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idari mahkemelerde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu, ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava açma süresinin, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı ifade edilmiş olup, aynı yasanın 8’inci maddesinde sürelerin tebliğ, yayın ve ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlayacağı hususu hükme bağlanmıştır.

Anayasal düzenleme ile İdari Yargılama Usulü Yasası hükümleri ışığında idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin hesabında başlangıç tarihi olarak yazılı bildirimin esas alınacağı hükme bağlanmış olduğundan sübjektif işlemlere karşı açılacak idari davalarda, dava açma süresinin başlayabilmesi için idari işlemin ilgisine yazılı olarak bildirilmesi zorunlu olmaktadır.

Hukuk devletinde hak arama hürriyetinin gereğince kullanılabilmesi için yönetilenlere menfaatlerini ihlal eden nitelikteki işlemlerin idare tarafından açık ve anlaşılabilir bir biçimde duyurularak bir yandan onlara bu işlemlere karşı idari yollara veya dava yoluna başvurmaları konusunda inceleme ve düşünme imkânının sağlanması, diğer yandan gereksiz, belirsiz ve mükerrer başvurulara meydan vermenin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.

İdarenin, yazılı bildirimde bulunmadan uygulama yapması veya ilgili belgeyi dosyaya ibraz edememesi halinde, yazılı bildirime karine olacak işlem hakkında işlem yapılan kişinin bu işlemi öğrendiği tarihtir.

Eğer vergi dairesi tarafından herhangi bir tebligat yapılmadan ve hesabınıza hiçbir bildirimde bulunmadan haciz işlemi yapılmış bulunuyorsa bu takdirde haciz işleminin uygulanabilmesi için size öncelikle ödeme emrinin gönderilmesi gerekmektedir.

Bir başka anlatımla Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Yasa hükümleri çerçevesinde ödeme emri gönderilmeden haciz işlemi yapılmamaktadır. Bu nedenle tarafınızdan haciz işleminin öğrenildiği tarih dikkate alınarak yapılan işlem hakkında vergi mahkemesi nezdinde dava açma hakkınız bulunmaktadır. (V. Seviğ)

SEMPOZYUM GİDERLERİ KAYITLARA GEÇİRİLİR Mİ

SORU: Türkiye çapında pazarlama işi ile uğraşan bir anonim şirketiz. Antalya’da düzenlemiş bulunduğumuz sempozyuma katılan Türkiye’de beyaz eşya pazarlayan şirket yöneticilerinin otel, ulaşım ve konaklama giderlerini karşılamış bulunuyoruz.

Bu kişilerin giderlerini kayıtlarımıza intikal ettirebilir miyiz?

YANIT: Gelir Vergisi Yasası’nın 40’ıncı maddesi hükmü gereği olarak, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderler ile kiralama yoluyla elde edilen veya işletmeye dahil olan ve işte kullanılan taşıtlara ait giderler kazancın tespitinde indirim konusu yapılabilmektedir.

Mevcut yasal düzenlemeden anlaşılacağı üzere Gelir Vergisi Yasası’nın 40’ıncı maddesinde sayılmak suretiyle belirlenmiş olan giderler sınırsız ve koşulsuz değildir.

Söz konusu giderlerin öncelikle ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile doğrudan ilişkisi olması gerekmektedir.

Bir başka anlatımla safi kazancın tespitinde indirilecek giderlerin sağlanan kazançla arasında dolaysız olmayan ve işin gerekliliğini aşmayan nev’iden bir harcama olması gerekmektedir.

Sempozyuma katılan beyaz eşya pazarlama şirketi yöneticilerinin sizin ticari faaliyetinizle ve özellikle de ticari faaliyetinizin sürdürülebilmesi ve ticari kazancın elde edilmesi açısından bir katkısı olmuş veya olacaksa yapmış olduğunuz giderleri kayıtlarınıza intikal ettirebilirsiniz.

Burada sözü edilen Gelir Vergisi Yasası’nın 40’ıncı maddesinin birinci bendindeki hükmü amacı ile sizin düzenlediğiniz sempozyumda yüklendiğiniz giderler arasındaki bağlantıdır.

Yapılması muhtemel bir vergi incelemesinde eğer söz konusu şirket yöneticilerinin yapılan sempozyuma katılımları sonucunda iş hacminizde belli bir gelişmenin sağlanmış olduğu hususu belirlenirse yapılan harcamaların şirketinizin safi kazancının tespitinde indirim konusu yapılması da kabul görebilir. (V. Seviğ)

KARŞILIKSIZ ÇEK BORÇLULARININ AKIBETİ

SORU: Yaşadığımız ekonomik sorunlar nedeniyle 2009 yılında bazı çeklerimiz karşılıksız kaldı. Bu konuda yeni çıkan Çek Yasası’na göre söz konusu karşılıksız kalan çeklerimiz için mevcut takibat duracak mı? Bizim bu konuda karşılıksız çek düzenlemekten dolayı çıkan sorumluluğumuz nasıl ortadan kalkacaktır?

YANIT: 5941 sayılı Çek Yasası’nın geçici ikinci maddesindeki düzenleme gereği; Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkındaki 3167 Sayılı Yasa’nın 16’ncı maddesi kapsamında karşılıksız çek düzenleyenlerin 01.11.2009 tarihi itibariyle haklarında soruşturma veya kovuşturma başlatılması ya kesinleşmiş bir hükümle mahkûm olanlar;

* Şikâyetçi ile belirledikleri miktarın belirli vadelerde ödenmesi hususunda anlaşmaya varmaları ve anlaşmanın bir örneğinin şikâyetçi veya yasal temsilcisi tarafından cumhuriyet başsavcılığına veya mahkemeye verilmesi halinde, anlaşmada öngörülen süre kadar soruşturma veya kovuşturmanın durmasına, hüküm infazının ertelenmesine veya durdurulmasına karar verilecektir. Bu bağlamda anlaşmaya varılmış olması, şikâyetçi bakımından şikâyetin geri alınması veya vazgeçilmesi sonucunu doğurmayacaktır.

* 6941 sayılı Yeni Çek Yasası 6’ncı maddesi uyarınca ödenmesi gereken miktarı belirli vadelerde ödeyeceğini taahhüt etmesi ve taahhütnamenin, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından cumhuriyet başsavcılığına veya mahkemeye verilmesi halinde, anlaşma aranmaksızın taahhütnamede belirtilen süre kadar, soruşturma veya kovuşturmanın durmasına, hükmün infazının ertelenmesine veya durdurulmasına karar verilecektir. Bu durumda ödeme süresi taahhütnamenin yapıldığı tarihten itibaren iki yılı geçemeyecektir. Taahhütnamede yer alacak birinci yıl taksiti, borcun üçte birinden az olamayacaktır.

* Şikâyetçinin karşılıksız çek düzenleyenle Yeni Çek Yasası’nın geçici ikinci maddesi kapsamında yapacağı anlaşma veya taahhütnamenin en geç 01.4.2010 tarihine kadar düzenlenmiş ve ilgili mercilere verilmiş olması gerekir.

* Soruşturma veya kovuşturmanın durması halinde dava zamanaşımı; hükmün infazının ertelenmesi veya durdurulması halinde ise ceza zamanaşımı işlemeyecektir.

* Anlaşmanın gereği gibi ifa edilmiş veya uyuşmazlığa konu çek bedelinin ödenmiş olması halinde; kovuşturmaya yer olmadığından davanın düşmesine veya hükmün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasına karar verilecektir.

* Şikâyetçinin başvurusu üzerine anlaşmaya veya taahhüde uyulmadığının tespiti halinde, soruşturmaya, kovuşturmaya veya hükmün infazına devam edilecektir. (V. Seviğ)

YARGI KARARLARINDA

EMLAK VERGİSİ

1. Danıştay 9. Dairesi’nin E.2007/6312, K.2008/4020 sayı ve 10.7.2008 tarihli kararı

“Emlak Vergisi Kanunu’nun (EVK) 14/g maddesinde, belediye ve mücavir alan sınırları dışında bulunan arazilerin kiraya verilmemesi şartıyla Arazi Vergisi’nden daimi olarak muaf tutulduğu, Gelir Vergisi’nden muaf esnaf ve basit usulde Gelir Vergisi’ne tabi mükellefler tarafından bizzat işyeri olarak kullanılan arsa ve arazi hariç olmak üzere, ticari, sınai ve turistik faaliyetlerde kullanılan arazi ile arsalar ve arsa sayılacak parsellenmemiş arazi için bu muafiyetin uygulanmayacağı hükmüne yer verilmiştir. Olayda, belediye ve mücavir alan sınırları dışında bulunduğu tartışmasız olan taşınmazın, ticari, sınai ve turistik faaliyetlerde kullanıldığı ya da kiraya verildiği hususlarında idarece yapılmış bir tespit bulunmadığından, söz konusu taşınmazın anılan maddede düzenlenen muafiyetten yararlandırılması gerektiği, dolayısıyla davacının ödeme emrine konu bir borcu bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple, söz konusu gayrimenkul nedeniyle tahakkuk ettirilen Emlak Vergisi ve gecikme faizinin tahsili gaye ile düzenlenen ödeme emirlerini söz konusu tahakkukların yargı kararıyla kesinleşmiş olduğu gerekçesiyle reddeden yerel mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.”

2. Danıştay 9. Dairesi’nin E.2005/2599, K.2006/4397 sayı ve 15.11.2006 tarihli kararı

“Olayda, (…) Otogarının, (…) Belediye Başkanlığı ile (…) Derneği arasında yap-işlet-devret modelinden hareketle yapılan sözleşme uyarınca inşa edildiği, derneğe inşaat hakkı ile 25 yıllık intifa hakkının tanındığı, dernek tarafından üyelerinden tahsil edilen aidatlarla inşası tamamlanan otogarda davacıya işyeri tahsis edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, maliki (…) belediye ve intifa hakkı sahibi (…) derneği olan otogardaki işyerinden dolayı davacının Emlak (bina) Vergisi mükellefi olması, EVK’nın 3. maddesi uyarınca mümkün bulunmadığından, mükellefiyetin terkini istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Davacı hakkında mükellefiyet tesis edilerek vergi tahsil edilmesi, VUK’nın 118. maddesi uyarınca mükellefin şahsında hat olup, idarece tesis edilen işlemin reddi ile davacının idareye başvuru tarihinden itibaren geriye doğru 5 yıl içinde tahsil edilen vergilerin iadesine hükmedilmesi gerekirken vergi mahkemesince davanın reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.”

3. Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu’nun E.2006/300, K.2006/363 sayı ve 8.12.2006 tarihli kararı

“EVK’nın 13. maddesinde; Arazi Vergisi’ni, arazinin maliki, varsa intifa hakkı sahibi, her ikisi de yoksa araziye malik gibi tasarruf edenlerin tarafından ödeneceği hükme bağlanmıştır. Mülkiyet hakkının sağladığı yetkilerin kullanılmasına imkân veren irtifak hakkının çeşitlerinden olan intifa hakkı ile üst hakkının hüküm ve sonuçları birbirinden çok farklı olup, intifa hakkı ile üzerinde tesis edilen taşınmazdan tam bir yararlanma yetkisi elde edilmekte iken, üst hakkı ile sadece inşaat yapmak veya mevcut bir yapıyı muhafaza etmek yetkisi elde edilmektedir. Dolayısıyla üst hakkı (inşaat hakkı) ile intifa hakkının sağladığı tüm yetkilerin kullanılması mümkün değildir. EVK’da arazinin irtifak hakkı sahibinin değil, irtifak hakkının bir çeşidi olan, mülkiyet hakkına en yakın yetkileri sağlayan intifa hakkı sahibinin vergi mükellefi olduğu belirtildiğinden, Emlak Vergisi’ne konu arsalar üzerinde Medeni Kanun’un 751. maddesine istinaden inşaat hakkına sahip olan davacı vakfın Emlak Vergisi mükellefi olması mümkün değildir. Bu durumda, mahkemece (…) derneğine ait taşınmaz mallar üzerinde davacı vakıf lehine tesis edilen inşaat hakkının intifa hakkı olarak değerlendirilerek, vakfın Emlak Vergisi mükellefi olduğu ve olayda vergi hatası bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesinde yasal isabet görülmemiştir.”

4. Danıştay 9. Dairesi’nin E.2005/5384, K.2006/1313 sayı ve 13.4.2006 tarihli kararı

“Vergi mahkemesince davacı vakfın, vergisi uyuşmazlık konusu binaları kendi okullarına kiraya vermek suretiyle kira bedeli aldığı, dolayısıyla Emlak Vergisi Kanunu’nun 4/m bendi uyarınca muafiyet kapsamında bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de davacı vakfın kendisine ait binalardan aldığı ücretin, Vakıflar Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın tenkiti üzerine alınması öngörülen ve her yıl miktarı vakıf ekspertiz şirketince belirlenen bir bedel olduğu, diğer bir ifade ile hukuken geçerliliği bulunan kira sözleşmelerine istinaden alınan kira bedeli olmadığı anlaşıldığından, vakfın bina vergisi yönünden muafiyet kapsamında görülmemesinde hukuka ayarlık bulunmamaktadır. Bu durumda, bakanlar kurulu kararıyla vergi muafiyeti tanınan davacı vakfa ait binalar, EVK’nın 4/m maddesinde öngörülen vakıf senedindeki cihete tahsis edilmiş ve kiraya verilmemiş olma koşullarını birlikte taşıdığından bina vergisinden muaf olduğu açıktır.”

5. Danıştay 9. Dairesi’nin E.2006/486, K.2007/1597 sayı ve 3.5.2007 tarihli kararı

“Davacı şirketin (…) AŞ olan unvanını, (…) AŞ olarak değiştirerek bunu tapu kütüğüne tescil ettirmesinde, tapuya kayıtlı taşınmazların malikinin değişmediği, sadece bu taşınmazların malikinin unvanının değiştiği, EVK’nın 33/6. maddesinde belirtilen mükellefin değişmesi halinin gerçekleşmediği, anılan fıkrada bahsedilen mükellefin değişmesinin üçüncü kişilere devir halinde söz konusu olacağı, unvan değişikliğinin mükellef değişikliği anlamına gelmediği açıktır. (…) Bu durumda, davacı şirketin mükellef değişikliğine ilişkin bildirimi süresinde yapılmadığından bahisle kesilen vergi ziyaı cezasında yasal isabet bulunmadığından, bu cezayı onayan vergi mahkemesi kararı hukuka uygun görülmemiştir.”

ÖZELGELERDE

EMLAK VERGİSİ

1. İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 17.9.2009 tarih ve 2410 sayılı özelgesi

“Mükelleflerin, her ne şekilde olursa olsun iktisap ettikleri ve Emlak Vergisi bildirimini verdiği parsellenmemiş arazi ve arazi parçaları, 83/6122 sayılı Arsa Sayılacak Parsellenmemiş Arazi Hakkında Bakanlar Kurulu Kararı’nın 1. maddesi uyarınca arsa kapsamına girmekle birlikte zirai faaliyette kullanılması nedeniyle arazi olarak vergilendirilmekte ise, bu taşınmazın bildirim verilmesi gereken tarihi takip eden 5 yıl içinde satılması halinde zamanaşımı süresi de göz önünde bulundurularak devrin yapıldığı yıl ile geçmiş yıllara ilişkin ikmalen Arsa Vergisi tarhiyatı yapılacağı, 5 yıl geçtikten sonra bir başkasına devir ve temliki durumunda, devrin yapıldığı yıl ile geçmiş yıllara ilişkin ikmalen Arsa Vergisi’nin aranılmayacağı tabiidir.”

2. İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 24.8.2009 tarih ve 2158 sayılı özelgesi

“İsteğe bağlı olarak sigorta prim ödemesi yapılması ve potansiyel olarak vergi dairesinde vergi kimlik numarası alınması, mükelleflerin Emlak Vergisi Kanunu’nun 8. maddesinde belirtilen diğer şartların ihlal edilmemiş olması ve ayrıca ücret, ticari, sınai ve mesleki ve zirai faaliyet geliri ile menkul ve gayrimenkul sermaye iradı, faiz ve temettü veya benzeri gelirinin olmaması halinde, indirimli (sıfır) Emlak Vergisi oranından faydalanmasına engel bir durum teşkil etmez.”

3. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 3086 sayı ve 27.8.2008 tarihli özelgesi

“Kamulaştırma Kanunu’nun 39. maddesinde; ‘Kamulaştırılan taşınmazın kamulaştırıldığı yıla ait Emlak Vergisi tarhına esas olan değer, kesinleşen kamulaştırma bedelinden az olduğu takdirde, kamulaştırma bedeli ile vergi değeri arasındaki fark üzerinden, cezalı Emlak Vergisi tarh olunur. Emlak Vergisi beyannamesinin ek süreye rağmen verilmemiş olması halinde, kesinleşen kamulaştırma bedeli, kamulaştırma yapıldığı yıla ait vergi değeri yerine geçer ve bu değer üzerinden cezalı Emlak Vergisi tarhiyatı yapılır” hükmüne yer verilmiştir. Bununla birlikte, kamulaştırma yapılmaksızın fiilen el konulan bir gayrimenkulün söz konusu kanun kapsamında kamulaştırıldığından söz etmek mümkün değildir. Kamulaştırmasız el atma halinde de bir bedel olmasına rağmen bu bedel kamulaştırma bedeli olarak kabul edilemez ve 2942 sayılı kanunun 39. maddesinin tatbikine dayanak teşkil edemez. Bu nedenle kamulaştırmasız el atılan taşınmaz için asliye hukuk mahkemesi kararı ile belirlenen tazminat bedeli ile Emlak Vergisi tarhına esas olan vergi değeri arasındaki fark üzerinden cezalı Emlak Vergisi tarh edilmesi mümkün değildir.”

4. Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 37287 sayı ve 19.12.2008 tarihli özelgesi

“Emlak Vergisi Kanunu’nun 30. maddesi hükmü gereğince, kısıtlılık uygulanan gayrimenkulün kısıtlama süresince tecil edilen 9/10 oranındaki Emlak Vergisi, gayrimenkulün satılması, istimlaki veya hibe yoluyla başkasına devredilmesi halinde tahsil edilir. Bir taşınmazın (…) adına kayıtlı kısmının birleşme sonucu (…) şirketi adına tescil edilmesi de devir niteliğindedir. Bu sebeple (…) adına kayıtlı kısıtlılık uygulaması devam eden arsanın, şirketiniz ile (…)’nin Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 18. maddesine göre birleşmesi sonucu yarısının devralınması işleminde kısıtlılık süresince tecil edilen vergilerin tahsil edilmesi gerekir.”

Print Preview

Site içeriği Mali Müşavir İsmail ŞENGÜN tarafından sağlanmaktadır. Hizmet sağlayıcı İzmir merkezlidir.

Detaylı bilgi için ortakmusavir.com adresini ziyaret ediniz.

© 2009 - 2018 vergiburosu.com
- Tüm hakları saklıdır.

modul
single - 21 - 0,057